about-us

Doç. Dr. Ahmet Çetinsaya, Kayserili. Kayseri’nin sayfiye yerleri arasında sayılan Kayadibi beldesinde 18 Temmuz 1956 tarihinde sayacılık, ayakkabıcılık yapan bir ailenin altıncı çocuğu olarak dünyaya geldi.

Kendisinden sonra başka kardeşi doğmadığı için ailenin en “küçük çocuğu” olarak kaldı. Sonraki yıllarda bunun, yani “ailenin en küçüğü” olmanın hayli rahatlatıcı olduğunun farkına varacak ve çocukluğunu “ağabeylerinin koruyucu kanatları altında geçirdiğini” söyleyecekti. Ailenin “en küçüğü” olmanın anne-baba tarafından kayırılma lüksü getirdiği de ayrı bir kazanç sayılmalıydı. Küçükler ağır işler yapamaz ama her istekleri yapılır!

O günlerdeki anılarını anlatırken Çetinsaya, “bilinçli olarak yapmıyordum, ama öyle sanıyorum ki, en küçük olmanın avantajını gördüm” diye bahsedecekti.

İlkokula Kayseri merkez Etiler İlkokulu’nda başladı. Yıl 1962. Ama bu okulda öğrenciliği pek uzun sürmedi. Babası işini İstanbul’ a nakledince ailece İstanbul’ a göç ettiler. Fatih semtine yerleştiler. O da, Ali Kuşçu İlkokulu’na kaydoldu. İkinci sınıfı burada okudu ama sadece bir yıl sürdü. Aile Beyazıt’a taşınınca o da okul değiştirdi ve Beyazıt Bali Paşa İlkokulu’ nda öğrenimine devam etti.

Kayseri’ de başla, Fatih’ e gel, oradan Beyazıt’ a. İlginçtir; ilkokul dolaşımı Ahmet Çetinsaya ’nın sonraki yıllarının önemli bölümünü geçeceği yerleri belirliyordu. Kayseri, Fatih, Eminönü, doğduğu ve yükseldiği kentlerdi.

İlkokul yılları okuma yazma öğrenmek kadar yeni bir yaşam ortamına alışma dönemiydi. Çevreyi tanıma, hayal kurma, “büyüyünce doktor olma” gibi duygu ve düşüncelerle tanıştığı yıllardı. Kayseri’den İstanbul’a taşınmaları bütün aile için başka bir dünyaya geçmekti.

Bu geçişleri yaşarken o günleri kendi ağzından şöyle anlatacaktı;

'Yıllar içinde şunu fark ettim. Kayseri ve İstanbul benim yaşam bütünümü oluşturan değerlerin iki önemli kaynağıydı. İnanıyorum ki, bu kaynaktan biri olmasaydı bugünkü Ahmet Çetinsaya olmazdı. Farklı biri olurdum.'

Bu değişimin de etkisiyle olsa gerek çocukluğunun Kayseri’de geçen bölümüyle ilgili “gönül bağım çok yoğun ama hatırladıklarım çok az” diyor ve ekliyor: “Çocukluğumda bir dediğimin iki edilmediğini anımsıyorum. Bir de annemin bebekliğimle ilgili, Emzirmek için kollarıma aldığımda sanki benimle konuşacakmışsın gibi geliyordu. Bakışların çok farklıydı. 2,5 yaşına gelinceye kadar seni emzirdim, zira beni hiç rahat bırakmadın dediğini net olarak hatırlıyorum.”

Kayseri’ den İstanbul’ a gelince çocukluk hayalleri de biçim kazanmaya başlar. Kulağında büyüklerin sohbetlerinden kalma Kayserililer için övgü dolu sözler vardır, ama İstanbul’ da olmanın büyük şehirde yaşamanın büyüttüğü hayaller de var. Kayserili ’ nin akıllısı tüccar olur sözüne mi uymalı “ben büyüyünce doktor olacağım” hevesine mi kapılmalı?

O yıllarda aslında işin ucundan tutmaya başlamıştı. Çocukların geleceklerini biçimlendirmekte okul eğitimi çok önemliydi ama çevrenin ve sokakların etkisi de göz ardı edilemezdi. İstanbul’un en hareketli semtinde yaşıyorlardı. Dükkânlar, hanlar, hamallar, işportacılar.

Ayakkabıcılar, doktorlar, eczaneler. Fırınlar, pastaneler, simitçiler. Dolmuşlar, taksiler, minibüsler. Binlerce çocuk bu iş pazarında koşturup duruyor.

Süheyla Yönsel isimli çok sevdiği ve saygı duyduğu İlkokul öğretmeni, O yıllarının unutamadığı hatıralarının arasında önemli bir yere sahip olandı.

Bir gün derste Süheyla öğretmen yanına çağırarak demir 250 kuruş verir. ve “bana diş macunu alır mısın?” der. Dersi kırmanın da verdiği mutluluk ile Beyazıt’a çıkar. Bu tür malzemeler her nedense işportacıda satılır o zamanlar. Kime sorsa İpana için 250 kuruş ister. Pazarlık eder ve 225 kuruşa alır. Diğer dersin ortasında geri dönüp öğretmene mağrur bir eda ile diş macununu öğretmenine verir ve 25 kuruşu da iade eder. Süheyla Hanım ‘bu nedir?’ deyince “pazarlık ettim öğretmenim” der. Öğretmeni müthiş bir kahkaha atarak kendisini tebrik eder. Ancak bu olaydan sonra başına iş almış olur. Çarşı görevlerini öğretmeni artık kendisine verir. Öğretmeninin tüm alışverişini Gedikpaşa ’da yaptıktan sonra yüklendiği file ve paketlerle otobüse biner ve Gümüşsuyu’ nda Alman Konsolosluğunun yanındaki yokuşun sonunda bulunan evine götürerek buzdolabına yerleştirip okula döner. Bu işlem ortalama ayda 3 veya 4 kez tekrarlanır.

İlkokul yıllarında, her yılbaşı bankalar müşterilerine promosyon olarak küçük defter şeklinde takvim dağıtırlar. Boş zamanlarında bankaları dolaşır, tüm sempatik tavırlarıyla topladığı defterleri sınıfındaki kızlara taksitle satar.

Bir müddet sonra işi geliştirir ve ahşap bir işporta tezgâhı yaptırır. Okuldan çıkınca evde hemen bir şeyler atıştırıp tablasını boynuna asar hemen caddedeki yerini alır. Cumartesi ve Pazar günleri sabah erkenden işe çıkar. Öğle yemeği olarak evde hazırladığı sandviçi üçgen formundaki tezgâhın kapalı kısmına koyar ve öğlen afiyetle yer. Bütün bu ticari faaliyetlerle elde ettiği kazancını her hafta Türk Ticaret Bankasındaki hesabına yatırır.

Beyazıt’taki evleri Azak yokuşunun bir arka sokağında Karakol Sokak’tadır. Bu ev o zaman Jandarma dikimevinin arka kapısının tam karşısındadır. (Sonra burası Maliye Bakanlığı Misafirhanesi olur.) Jandarma 24 saat evlerinin önünde nöbet tutar kendisi de onlarla muhabbet eder, dostluk kurar. Her birinin farklı hikâyesi olan jandarmaları dinlemekten mutlu olur.

Yaş kemale ermiş, sünnet zamanı gelmiştir. Bir yandan anlatılanlardan duyduğu korku bir yanda o dönemde kendisine söylenenlere bağlı bir değerlendirmeyle 9 yaşında erkekliğe ilk adımını atar.

Çocukluğunda İstanbul'da geçen yıllarında en büyük arzusu, yaz tatilinde Kayseri Talas’taki bahçelerine gidip oradaki yeğenleri ve arkadaşlarıyla oyun oynamak, özellikle tel araba yapmak. Bu amaçla değişik kalınlıkta tel, plastik tekerlek, yassı pil, kablo ve küçük ampuller temin eder evde saklardı ta ki Kayseri’ ye gidinceye kadar.

Yine o yıllarda babasının, çok uzun ısrarlarına dayanamayarak aldığı yeni ayakkabılarını başucuna koyarak uyuduğun unutamadığı hatıraları arasında yerini alanlardandır.

Ama ticarete inanılmaz ilgi duyar. Yılsonunda tüm dersleri pekiyi olan karnesini alınca anne ve babası ile Kayseri Talas’a gider. Bu kısıtlı tatil döneminde bile bağlarda çalışan, yayladaki hanımlara çapa marka iplik ve sakız sattığını hiç unutmaz. Diğer bir merakı da kuş avlamaktır. Kırlarda, bağlarda, bahçelerde arkadaşlarıyla birlikte avlanır. Bunu yaparken kuş lastiği dediğimiz sapan ve kapan kullanırlar. Kuş kapanları ağdan yapılır ama ağ bulamadıkları için fileleri birbirine ekleyip kapan yaparlar.

Bütün bunlar, o yıllarının unutulmazları arasında yer alan Kayseri'ye özgü yaşam sayfalarında kaldı. Kayseri'de bulunmaktan hep keyif alır. Tatil bitip İstanbul'a döndükten sonra bir iki ay geçmeden Kayseri özlemi başlardı. Çocukluğunda olduğu gibi bugün de Kayseri'yi hep özlemle anar.

İlkokuldan mezun olduğu yıl Kayseri tatilini biraz uzun tutar. İstanbul’a döndüklerinde okullar açılmış eğitim başlamıştır. Eve en yakın okul olan Gedikpaşa Orta Okuluna kayıt için gittiğinde yanında ne annesi ne de babası vardır. Kayıt yapan öğretmen velisinin olup olmadığını sorar. Sonradan gelebileceklerini söyler ve biran önce okula başlayabilmek için kayıt olur. İngilizce bölümlerde kontenjan dolduğundan ancak Fransızcaya kayıt yaptırabilir. Okula biran önce kayıt olabilmek için “Fark etmez” diyerek kayıt olduğu Fransızca bölümü hayatı boyunca çok önemli bir olumsuzluk oluşturacaktır. Eğitim hayatı boyunca hiç sevmediği şey okul değiştirmekti. Bu sıkıntı yakasını hiç bırakmayacaktı.

Bu taşınmayla birlikte, eğitimde "öğrenci, evine en yakın okula gider" kaidesi geçerli olduğu için Pertevniyal Lisesinin yolu gözükür. Orta ikinci sınıftan itibaren artık Pertevniyal ’li olur. Bu da lisan tercihi nedeniyle şanssız başladığı ortaokul yıllarının şanslı safhasıdır.  Bu eğitim yuvasında hayatı boyunca dostluğunu devam ettirdiği ve hala görüştüğü birçok arkadaşı olur.

Bunlardan biri de sınıf arkadaşı Orhan Geren ’dir. Çok çalışkandır. Ders çalışma disiplini ve başarma hırsını ondan öğrendiğini ve etkilendiğini hiçbir zaman saklamaz.

Öylesine bir hırs ve heves ki,  lise döneminde ders çalışmaktan başka hiçbir işi ve hobiye vakit ayırıp yer vermedi.

O yıllarda en çok coşturan ve sevindiren unutamadıkları mutluluk etkeni; “önümüzdeki eğitim yılında okulumuz kız erkek karışık olacakmış” maverası idi. Her yıl tekrarlanır dururdu. Ama ta ki 1973/1974 yılı okul birincisi olarak mezun oluncaya kadar bu iş hayalden öteye gitmez.

1973 yılı yazı için 3 hedefi vardı. 1.si okulu birincilikle bitirmek, 2.si ehliyet almak, 3.sü ise horhor ’dan komşuları Tıp Fakültesi öğrencisi Atilla Müftüoğlu’nun havasından etkilenerek karar verdiği Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ni kazanmak idi. Aynı yıl üçü de gerçekleşti. Artık 17 yaşında Tıp Fakültesi öğrencisi Ahmet Çetinsaya vardı.

Okul birinciliğini Taksim Belediye Gazinosu’nda yapılan mezuniyet balosunda kutlayacak, Annesiyle babası ilk defa kendisinin zoruyla okul törenine katılacak ve 1.lik ödülü olarak Okul Müdürleri Azmi Güler’den gümüş kâseyi alacaktı. Halen sakladığı gümüş kâse en değerli ödülü olacaktı.

Lakabı ‘matematik Ahmet’ olan, bir dönem okul müdürleri olarak ta hizmet veren Ahmet Dinç Beyi de hayırla yâd eder.  Ahmet hoca yaşlıdır. Sadece 6 Fen A’ya derse gider.

Üniversite girişte yüksek puan alabilmek için onun sınıfına geçmek arzusunda olan, ancak yabancı dili İngilizce olduğundan isteği kabul edilmez. Direkt Ahmet Dinç müdürün odasına çıkarak, “Benim suçum Fransızca okumak mı? Ben sizin öğrenciniz olmak istiyorum” der. Bu tavrı hocanın çok hoşuna gider. Talimat verir ve kaydını 6 Fen A ya aldırır. Sınıf İngilizce – Fransızca karışık oluşturulur. Ancak Ahmet Hoca 2-3 ay derse gelir, sonra hastalanınca dersler boş geçmeye başlar. Aradan fazla zaman geçmez Ahmet Hoca vefat eder. Cenazesi, lisenin yanındaki Aksaray Valide Sultan Camisi'nden kaldırılır. Onu, Edirnekapı’ya kadar öğrencileri olarak omuzlarında taşırlar. Kortejin en önünde hocanın resmini taşıyan kişi de kendisi olur. Allah rahmet eylesin. Onun yarım bıraktığı dersleri yine çok başarılı bir öğretmen olan Sabri Kanipek olağanüstü çabayla tamamlar. Üniversite imtihanındaki başarısında büyük payı vardır.

Türkiye, çalkantılı dönemden geçiyordu. Bu süreçten olumsuz etkilenmeden geçmek özellikle üniversiteliler için başlı başına başarı sayılabilirdi.

Ahmet o yıllarda da derslerini önde tutmayı bildi. Lisede edindiği çalışma disiplinini fakültede de sürdürdü. Yıllar birbirini izledi. Teorik derslerde olduğu kadar uygulamalarda da başarılıydı. Hastane yıllarında tempolu çalışması ve derslere ilgisi göz dolduruyordu.

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ni hiç yıl kaybı olmadan 1979 yılında bitirdi. Hastane sürecinde tercihi yapmıştı; kadın hastalıkları ve doğum hekimi olmak istiyordu. Bu isteğini de gerçekleştirmiş olacaktı.

Dikkat çekici bir çalışkanlığı vardı. Hastaya yaklaşımı özenli tavrı hocaları üzerinde olumlu etki yapıyordu. Bütün hocalarının gözünde başarılı bir hekimdi.

Bu yaygın kanaat, onun Cerrahpaşa’da aldığı her görevi başarıyla yapmasında önemli bir etken oldu. İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Cemi Demiroğlu, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi’ne başhekim olarak kimi atayacağını bulmakta zorlanmadı. Ahmet Çetinsaya 1984 yılında Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi Başhekimi oldu. 28 yaşındaydı, muhtemelen Türkiye’nin en genç başhekimi idi. Üstelik tıp alanında dünyaca ünlü bir kurumda bu görevi üstlenmişti.

Ahmet Çetinsaya ’yı İstanbul halkı önce “sıra dışı” bir hekim olarak tanıdı. Hekimlik sürecinde yaptığı “sıra dışılıklar” Çetinsaya’yı siyasete taşıdı.

Eminönü Belediye Başkanı olarak hizmet verdiği 1994-1998 yıllarındaki çalışmalarıyla tanınırlığı ülke geneline yayıldı. Eminönü, İstanbul’un en küçük ilçesiydi, ama en büyük prestije sahip yeriydi. Kentin yönetim merkezi olması nedeniyle bu “küçük” ilçenin zorlu sorunlarının üstesinden gelebilmek için zorlu adımlar atmak gerekiyordu. Bu adımlar, Doçent Doktor Ahmet Çetinsaya’yı Türkiye’nin tanıdığı kişiler arasına taşıdı.

Bazı insanlar vardır ki; onlar dokundukları her şeyin kaderini değiştirirler. ‘Hangi işi yaparsan yap, en iyisini yap’ imzasıyla yaşayan insanlara en mükemmel örnektir Doç. Dr. Ahmet Çetinsaya. Düşündüğü, çözümler geliştirerek uygulamaya aldığı her şey çığır açtı. Toplumun, daha iyi, daha uygar ve daha insanca yaşamaları için meslek ve görevlerini tüm sorumluluk ve samimiyetiyle yerine getirdi.